Arjantin yaptığı başarılı operasyon ile Falkland’ı ele geçirmiş, 9.000’den fazla askerle de burayı koruyordu, fakat bu kadar askere rağmen yenilgileri sizi şaşırtmasın çünkü bu askerlerin çoğu yeterince eğitilmemişti. Sorun sadece bu da değidi, kuvvetlerinin yeterli kışlık kıyafeti de yoktu. Tüm bunlara rağmen Arjantin halkı bu hareketi çok olumlu karşılamış ve uzun zamandan sonra tek bir vücut olmuşlardı -her ne kadar kısa sürse de-. Bu fırsatı kaçırmayan Arjantin cuntası ise Plazo de Mayo’da gösteriler yaptırdı. Bu olaydan kısa bir süre sonra ise İngiliz Hükümeti adaların çevresini muharebe sahası ilan etti.




Kuvvet toplama işine ise Deniz kuvvetleri ile başlandı. HMS Hermes, HMS İnvincible isimli uçcak gemileri ve Canberra gibi kurvaziyerlerden oluşan bu büyük filo, 5 Nisan’da Portsmouth’dan ayrıldı. Arjantin’in ise bırakalım muharebeye hazırlanmayı, askerine kışlık üniforma ve silah bulamıyorlardı. Arjantin her şeyden önce tamamen hazırlıksızdı ve 2.Dünya Savaşı’ndan beri kolonileri ve adaya uzak toprakları bırakan İngilizlerin Falkland’ı kolayca bırakacaklarını düşündükleri bir senaryoya tüm enerjilerini vermiş ve planlarını oluşturmuşlardı, bir kumar oynamışlardı. Hem de Arjantin’in bu zayıf durumundan yararlanmak için Şili’nin de ona saldırma ihtimali olduğu için buraya da birlik yığmak zorundaydılar. Arjantin’in tek umudu ise ABD’nin bu işe karışmamasıydı ancak, bu da başarılamamış ABD İngilizlere tam destek verdiğini açıklamıştı. Üstelik İngilizlerin Ascension adasına füze sistemlerini kurmalarına izin verecekti.
25 Nisan’da Ascension Adası yakınlarında İngilizler Arjantin deniz kuvvetlerini etkisiz hale getirmeye başladı. 1. Denizaltı ve 1 kruvaziyer kaybeden Arjantin Deniz Kuvvetleri artık umudu eski Alman Denizaltılarına bağlamıştı. Alman denizaltıları ise her ne kadar eski olsalar da beklenmedik atışlarla İngiliz Filosunu sersemletti bir süre. Havada da durum pek farklı değildi Arjantin hava kuvvetleri eski Fransız uçaklarını ağırlıklı olarak kullanırken İngilizlerin elinde ise en yeni model uçaklar vardı.
Buna karşılık Elektronik karıştırmaya karşı ve hedef tespit radarı olmayan Arjantinli yiğidolar Allah’a emanet takılıyordu, aslında tüm bunlara rağmen Arjantin'in havadaki başarısını da şakaya vurmak pek de mümkün değildi. her ne kadar imkanları çok iyi olmasa da Ingilizleri uzun ve hayati bir sürede uzak tutmayı başardılar. Savaş boyunca Arjantin toplam 65 uçak kaybetmişti. Ingilizlerde ise bu sayı 35'dir

Hazırlayan :
Politik Değildir - Non Political

Atatürk, kurulacak yeni devletin ekonomi politikasını belirlemek için 17 Şubat-4 Mars 1923 arasında İzmir İktisat Kongresi’ni çeşitli iktisatçılar ve iş adamları ile topladı. Kongereye 1235 kişi katılmıştır. Atatürk burada her fikirden insanı çağırmaya çalışmış, böylece daha akılcı bir politika çıkacağını düşünmüştür, bunun hakkında şunları söylemiştir:

‘Arkadaşlar, sizler doğrudan doğruya milletimizi oluşturan halk sınıflarının içinden geliyorsunuz ve onlar tarafından seçilmiş olarak geliyorsunuz. Bunun için memleketimizin, milletimizin halini, ihtiyacını ve milletimizin emellerini, üzüntülerini yakından biliyorsunuz. Herkesten daha iyi biliyorsunuz. Sizin söyleyeceğiniz sözler, alınması gereğini söyleyeceğiniz önlemler; doğrudan doğruya halkın dilinden söylenmiş gibi kabul olunur. Bu, en büyük doğrudur. Zira halkın sesi, hakkın sesidir.’(konuşmanın tamamı için : https://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/turkiye-iktisat-kongresini-acis-soylevi-izmir)

Kongrenin başkanı ise Manisa sanayi temsilcisi Kazım Karabekir olmuştur.
Bu konuşmalar yapılırken Osmanlı’dan alınan miras şöyledir: 20.yy nin başında Osmanlı nüfusunun 3/4 ünü Türkler oluşturmakta iken, sanayinin yalnızca %15’i Türklerde idi, üstelik bu 20yy nin başıydı, Sanayide büyük bir payı bulunan Ermeniler Tehcir edilmiş, Bu konuşmalar yapıldıktan bie süre sonra ülkede bulunan Yunan kesim ise mübadele ile gönderilmişti. Türklerden başka sanayide önemli bir payı olan Yahudiler kalmıştı sadece. Evet, Tehcir olaylarından sonra Ermenilerin mallarına el konulmuştu fakat Türklerin bunu yönetebilecek yeteri kadar bilgisi olmadığı için kullanılamıyordu. Ekonomiyi Yeni Cumhuriyetin yeni baştan inşa etmesi gerekiyordu. Ülkenin geliri 1914’te 24.107 milyon kuruştu, bunun ise yarısı tarımsal gelirdir. Kişi başına ise 1,070 kuruş düşüyordu yaklaşık. Bu gelirin dağılımı adaletsiz iken, 1.Dünya Savaşı hem uçurumu arttırmış, hem de geliri azaltmıştır.
İktisat Kongresi’nde alınan kararlar şöyledir:
Kalkınmak için sermaye gerekmektedir fakat yeni devletin elindeki sermaye çok kısıtlıdır. Bu yüzden devlet eli ile milli sermayedarlar teşvik edilmelidir.






‘Laissez-Faire’ yerine Devlet sermaye azlığından dolayı yönlendirici ve müdahaleci olmalıdır. Yatırımlarda önce özel sektöre başvurulmalı fakat kısıtlı sermayeden ötürü Özel sektörün yapamadığı altaypı yatırımları devlet tarafından yapılmalıdır. Bununla beraber Yeni Devlet, Milli bir burjuvazi oluşturmak isterken Yabancı yatırıma kapıyı tamamen kapatmamış, çıkarların uyuştuğu ve kanunlara uymak şartıyla bu yatırımları kabul edeceklerini belirtmişlerdir.

Hazırlayan :
Politik Değildir - Non Political

Öncesi

Britanya Falkland Adalarını 1833 yılında tamamen eline geçirmişti, Arjantin her ne kadar burada egemenlik iddiasında bulunmuşsa da Britanya her seferinde bunu reddetti fakat bağlantılar tamamen kesilmiş ve bu iddia bir sonuca götürülmüş değildi, ta ki Falkland Savaşlarına kadar.

Başlangıcı
1976 yılında yapılan Arjantin darbesinden sonra (bu da ABD destekliydi ve komünizm karşıtıydı) Darbenin en büyük destekçilerinden biri olan ve bir Asker olan Galtieri 1980’de Genelkurmay Başkanı olacaktı. Sol karşıtı aşırı şiddetli Cia destekli olduğu da söylenen (Abd desteği belli de olsa Cia konusunda şüpheler bulunur)‘Kirli Savaş’ adı verilen uygulamaları nedeni ile döneminde 9.000’den fazla sol görüşten insan öldürüldü, Arjantin Devleti daha sonra bu uygulamaları ‘Terrorismo de estado’ (Türkçe:Devlet terörizmi) olarak kavramsallaştıracak ve bu uygulamaları yapan kişileri yargılayacaktı.
Galtieri 1981 yılında gittiği ABD’de yaptığı uygulamaların ‘Domino Teorisi’ni engellemek için yaptıkları ve böylece Amerika kıtasında komünizmin yayılmasını engellediklerini belirtince Arjantin'i bir duvar olarak gören Reagan’dan büyük destek aldı. Aynı yıl Devlet Başkanı General Roberto Eduardo Viola görevinden alınacak ve kendisi başkan olacaktı. Ekonomi yönetiminde Devlet harcamalarını krizin çözülmesi için azalttı ve kısıtlı da olsa ifade özgürlüğü tekrar sağlandı.
Bu hamleleri ile halktan destek toplasa da halk daha sonra giderek verdiği desteği azaltacaktı. Bunun üzerine Cunta yönetimi halkın savaş sayesinde tekrardan kenetleneceğini ve insanların kendilerine verdikleri desteğin artacağını düşünerek 1982 yılında İngilizlerle olan görüşmeleri keserek Falkland Adalarını işgal ettiler, ilk başta çoğu kişi (Britanya 2.Dünya savaşından beri kolonilerini bırakıyordu) Britanya’dan güçlü bir karşılık beklemese de ‘Demir Leydi’ Margaret Thatcher’ın Falkland’ı bırakmaya hiç niyeti yoktu.
Mart ayında yapılan bir kazadan sonra gelen kurtarma ekipleri adaya Arjantin Bayrakları diktikten kısa bir süre sonra, 2 Nisan 1982’de Falkland Adalarını İşgal eden Arjantin ordusu İngiliz Deniz piyade birliklerini mağlup ederek adanın hakimi oldu. (Devamı 2. Bölümde)




Hazırlayan :
Politik Değildir - Non Political

1918 yılında, salgın başladıktan bir süre sonra ülkeler salgının kimin ya da nerede ortaya çıktığını araştırmaya başlamıştı. Kimya sanayisinin ileri olmasından ve savaş sırasında diğer ülkelerden önce şiddetli ve etkili kimyasal silah üreten Almanya suçlanmış ve bu hastalığın onların bir kimyasal silahı olduğu öne sürülmüştü.

Salgının nerede başladığı araştırılırken Doktorlar kime ne önereceklerini bilmiyordu ve bilseler bile ülkeler paralarını silaha ve savaş makinelerine yoğunlaştırdığı için ilaç imkanları çok kısıtlı kalıyordu. Önerdikleri şeyler ise evden çıkmamaları, dinlenmeleri ve kalabalık yerlere gitmemeleri olmuştu.

Salgın insanları o kadar kötü ve şiddetli şekilde etkilemişti ki işçilerin ölümü nedeniyle demiryolundaki memurlar günün belirli saatlerinde tabut yapıyor, belediye meclis üyeleri ise mezar kazıyordu.
1918 yılının Ağustos ayından sonra Dünyanın öbür ülkelerini etkisi altına alması sonucu tablo acıydı. Sadece ABD’de Kasım’ın başına kadar 200.000 kişi salgından dolayı hayatını kaybetmişti. Ölü bedenler o kadar yığılmıştı ki enfekte olan aileler için daha önceden mezar kazılıyordu. Okullar, kütüphaneler geçici hastaneler olmuştu ve bu bile ihtiyacı karşılamaya yetmiyordu.




Osmanlı da Bu Salgını ağır atlatmış olan ülkelerden biriydi. Sultan V. Reşat salgından dolayı hayatını kaybetmiş ve Mustafa Kemal Atatürk de Samsun’a çıkmadan kısa bir süre önce bu hastalığı kapmış,fakat iyileşmişti. Osmanlı’da da okullar, kütüphaneler geçici hastanelere çevrilmişti. Ölenler hakkında net bilgi olmasa da Sadece İstanbul’da 6000’den fazla insanın hayatını kaybettiği düşünülüyor. 1919 yılından itibaren etkisini azaltan hastalık 1920 yılında ise etkisini kaybetmişti. Bıraktığı tablo ise çok acıydı. 50.000.000 ölü bırakmış, yaşam süresi 12 yıl azalmış, Amerikada 675.000 İngiltere’de 228.000 Almanya’da 400.000(1918 rakamları, muhtemelen sayı bundan daha fazlaydı.) kişi hayatını kaybetmişti.
Hazırlayan :
Politik Değildir - Non Political
Milli mücadele sırasında Hint Müslümanları İngilizlere karşı BMM’ye destek olmak amacı ile "Ankara ve Izmır Yardım Fonu" adı ile iki ayrı fon kurup BMM için yardım toplamaya başladı. Hatta bunun için Özel üniformalar da yapıldı, üzerlerinde kuva-yi milliye simgeleri bulunmaktaydı. Bu yardımlar sonucunda toplanılan para Atatürk'ün şahsına gönderildi ve Osmanlı Bankası Ankara Şubesi'nde tutuldu. 1921-1922 arasında gönderilen para toplam 675,494 liraydı. Para şartsız verildiği için istenilen şekilde kullanilabilirdi de. Atatürk bu paranın 500.000 tl sini Savunma Bakanı Kazım Özalp'a, 110.000 tl sini de Yunan ordusunun yakıp yıktığı şehirlerdeki insanlara yardım için kullandı. Kalan para 65.494 tl idi. Milli Mücadele'den sonra Bakanlar Kurulu Atatürk'ün Milli Mücadele'de harcadığı 380.000 tl yi iade etti.Bu para Hint Müslümanları tarafından verilmişti. Bu para ile İş Bankası kurulacaktı.



Kuruluşu
Atatürk ekonomik bağımsızlığa çok önem veriyordu. Bunun için ilk önce güçlü ve milli bir banka kurulmalıydı. 1924 yılında ülkemizde 15 yabancı 18 yerli banka vardı. Yerli bankalar küçük ve yereldi. Bunlar İttihatçıların "Milli Ekonomi politikası" sonucunda kurulmuştu. Osmanlı Bankası ise yabancıların elinde iken Itibar-ı Milli ve Ziraat Bankası ise oldukça yetersizdi. 1923 Izmir Iktisat Kongresinde milli bir bankanın kurulması kararı alınmıştı. Atatürk de 26 Ağustos 1924'te İş bankası resmi olarak kurulmuştu. Kuruluşunun nedenlerinden birini Falih Rıfkı Atay şöyle yazmıştır:
Yabancı bankalardan biri:
“Acaba sizdeki yüz bin liramızla bankanıza ortak olabilir miyiz?” sorusuna, Türklerin bu işlerle uğraşması yersiz olduğu gibi bir yanıt verince, Mustafa Kemal yüz bin lirayı hemen bankadan çeker, çuval içinde Kasaboğlu çarşısında dükkana koyar ve önüne bir de nöbetçi diker. Şimdi sermayeleri yüz milyonları aşan resmi ve özel milli bankaların temeli budur.'
Tarih özellikle 26 Ağustos'tu, bu tarih Büyük Taaaruz'un başlangıcıydı. Atatürk Celâl Bayar'ı Genel Müdür olarak seçti. İş Bankası 1milyon sermaye ile kuruldu, ödenmemiş sermayeler 28 Şubat 1926'ya kadar ödendi.

Atatürk sermayenin eksikliğinden çekinip cesareti kırılanlara şöyle söylemişti
“Sermayenin azlığına bakarak cesaretiniz kırılmasın! Böyle kurumlar için en kuvvetli sermaye, zekâ, dikkat, iffettir; teknik ve metodik çalışmasını bilmektir. Bu inançla işe sarılınız, mutlaka başarırsınız! ...Bu işte başarı kazanmayı, eğer şahsî bir onur meselesinden daha ileri, millî bir gurur, millî bir onur meselesi yaparsanız çalışmak için, amacınıza ulaşmak ve daha yükselmek için muhtaç olduğunuz ateşi, enerjiyi bol bol yüreklerinizde bulacaksınız!” (Cumhuriyet Gazetesi 27.8.1934). (1924 yılındaki sözü gazetede geçmektedir)
1927 Yılında İtibar-ı Milli Bankası ile birleşen İş bankası, 1929 senesinde ise sermayesi 5 milyon tl ye çıkacaktı.
Katkıları
İş Bankası'nın 14 yıldaki bazı önemli yatırımları :
1.Ziraat Bankası ve Sümerbank ile Türkiye şeker fabrikaları kuruldu.
3.Istanbul Liman Şirketi ve Izmır Liman Şirketi kuruldu.
4.Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi kuruldu
5.Bursa dokumacılık Trikotaj Türk Anonim şirketi kuruldu.
6.Alpullu, Eskişehir,Turhal Şeker fabrikaları kuruldu.
7. Maden Kömürü İşleri şirketi kuruldu.
8.Ankara Un Ekmek TAŞ kuruldu.
9. Ankara Palas Otelcilik TAŞ kuruldu
10. Malatya Bez Iplik fabrikaları kuruldu.
11. Kibrit ve Ispirto tekelleri alındı.
12. Ergani Bakır Şirketi kuruldu
13. Kilimli Kömür şirketi kuruldu
‘…Atatürk, Celal Bey'i çağırıyor ve bu sefer ona doğrudan doğruya konuyu açıyor. Celal Bey yine her ne emrederse yapacağını tekrarlıyor. Bu sefer Atatürk:
- Ama Vekilliği terk etmek lazım gelecek, diyor. Atatürk bu sefer daha ileri gidiyor:
- Mebusluğu da bırakman lazım gelecek.
- Bırakırım, Paşam...
O vakit Atatürk, Celal Bey'in omzunu tutuyor:
- Haydi işe başla, göreceksin muvaffak olacaksın, diyor ve şu sözleri ilave ediyor:
- Bu iş için lazım gelen bütün kaliteler sende vardır. Ben senin namusuna ve ahlakına kayıtsız itimat ederim.’
(Munir Hayri Egeli’nin aktarımıdır)
Recenthistoryofworld

Hazırlayan :
Politik Değildir - Non Political

Biz ki İstanbul şehriyiz,
Seferberliği görmüşüz:
Kafkas, Galiçya, Çanakkale, Filistin,
Vagon ticareti, tifüs ve İspanyol nezlesi
bir de İttihatçılar, bir de uzun konçlu Alman çizmesi 1914’ten 1918’e kadar yedi bitirdi bizi.’

There’s a war going on in Europe,
So I’ve heard from newspaper talk;
But the only one I’m having
Is with influenza at the park”

Nazım Hikmet’in ‘Can Düşmanı’ saydığı bir Amerikalı deniz subayı olan John Culberson’u bir araya getiren belki de 2 şey vardı. Savaş karşıtlığı ve İspanyol gribi.





1917 yılının sonları ve 1918 yılının başları arasında gazeteler her gün Ispanya'daki İnfluenza yı yazıyordu. Aslında bu tüm Dünya’ya yayılsa da İspanya dışındaki Avrupa Devletlerinde ve ABD’de savaştan dolayı sansür uygulandığı için sadece İspanya’da görüldüğü kanısına varılmıştı ilk başta ve bundan dolayı salgının adı ‘İspanyol Gribi’ olmuştu. İlk başlarda ise Büyük devletlerin İspanya’daki temsilcileri verdikleri demeçlerde bu hastalığın çok zayıf ve etkisiz olduğunu yazıyor, ve mide rahatsızlığı gibi olduğundan bahsediliyordu fakat daha sonraları özellikle ABD basını telaşa kapılmıştı.İspanya’da bir günde 550’den fazla insanın Bu hastalıktan dolayı hayatını kaybettiği yazılıyordu. İnsanlara artık hastalığın alaya alınacak yeri geçtiğini söyleseler de insanlar rahat kalmak için ilk açıklamaları daha fazla önemseyecekti ve bunun bedeli ise ileride çok ağır bir biçimde hissedilecekti. Hastalığa her ne kadar sansür uygulansa da Avrupa ülkelerindeki geri kalan halkın bunu fark etmesi pek de uzun sürmeyecekti.Kısa süre içinde İngiltere, Fransa ve Almanya’da okullar tatil edildi. Hastalık özellikle Fransa da o kadar çabuk ilerlemişti ki bazı şehirlerin nüfusunun yarıdan fazlası hastaydı. Hastalığın nereden geldiği ise bir soru işareti lle damgalıydı ve tartışmalara sebep oluyordu. Gelen şiddetli reaksiyon ile ülkeler birbirlerini işaret etse de (Özellike İtilaf ve İttifak bloğu arasında) oklar İspanya’yı gösteriyordu. Hatta hastalığın İspanya’nın havasından dolayı çıktığı bile söylenir olmuştu.

Hazırlayan :
Politik Değildir - Non Political

Çoğunuz tarih derslerinde Fransız Devrimi anlatılırken şu sahneyi kafanızda canlandırmışsınızdır. Fransız halkı İsyan etmiştir, halkın ‘Ekmek İstiyoruz!’ demesi hakkında haber Hanedana gider. Fransa Kraliçesi Antoinette ise oldukça rahat bir şekilde şunu demiştir: ‘Ekmek yoksa pasta yesinler.’ Peki ya demiş miydi ?


Antoinette gençliğinden beri birçok dedikodunun kurbana olan bir hanedan mensubuydu. Muhtemelen bu iddia da onlardan biriydi. Kraliçe isyana giden bu süreç içerisinde her ne kadar yaşam tarzından ödünler vermese de, alt tabakanın sorunları için dostlarına mektuplar yazmıştı yani bu sürece tamamen kayıtsız değildi. Bu söz ise Antoinette’den 100 yıl önce yaşamış olan başka bir Kraliçe’ye aitti.
Bundan ise J.J Rousseau ‘Toplum sözleşmesi’ kitabında bahsetmişti. O zaman ise Anroinette ise 9 yaşındaydı. Antoinette her ne olursa olsun ölümünden sonra hep bu cümle ile anıldı. Yüksek ihtimalle hiç söylemediği (günlük konuşmaları tamamen kayıt altına alınamadığı için yüksek ihtimalle diyorum) bir sözden dolayı Dünya Tarihi’nin en kötü ününe sahip oldu. Bu onun her ne kadar alt tabaka için kayda değer adımlar atmadığı gerçeğini değiştirmese de anlatıldığı gibi tamamen de şımarık ve kayıtsız bir Fransız hanedan mensubu da değildi.

Hazırlayan :
Politik Değildir - Non Political


Eski Dünya’nın çok kültürlü ve zengin şehirlerinden biri olan İskenderiye, iki büyük medeniyetin, Mısır ve Yunan kültürünün bir karışımıydı. Şehrin adı M.Ö 332 yılında onu kuran Büyük İskender’den geliyordu. İskenderiye de Hem konumundan dolayı Mısır kültürünü hem de İskender’in Helenistik kültürünün bir bileşimi haline gelmişti. Çok büyük toplanma alanları, geniş yolları ve çok sayıda tapınağı ile o dönemin refahının en yüksek olduğu yer sayılabilir. Her ne kadar daha sonra Helenistik kültür Mısır kültürüne ağır bassa da azınlıkta olan Mısır, hatta belirli bir ölçüde Yahudi kültürü de entelektüeller ve halk arasında yaşatılmıştı. Hızla gelişen şehir daha sonra inşa edilen çok büyük bir liman ile hem ekonomik anlamda büyüyecek hem de Kültür alışverişi artacaktı. Hatta II.Ptlolemaios döneminde şehir, Roma’yı geride bırakacak seviyeye gelmişti. Şehir daha sonra birçok ülke arasında el değiştirse de uzun bir süre boyunca etkisini korudu.



Yaşam nasıldı ?
1.Endüstri
Şehir liman çevresindeki dokuma, kereste, gıda takası sayesinde iyi bir gelir elde ediyordu.
2.Teknoloji
Şehre birçok alim ve meraklı insan geliyordu, en kalıcı olanı ise Hipparkos’tur, kendisi rasathanesinde çalışmalar yaparak Dünya, Güneş gibi gök cisimlerinin mesafeleri için teoriler geliştirmeye çalıştı.
3.Din
Din bakımından Yunan kültürü şehre hakimdi. Daha sonra ise bunlar Mısır tanrıça ve tanrıları ile karıştırıldı. Dini törenler oldukça canlı ve tapınakları görkemliydi(Resim 2)
4.Eğitim
İskenderiye Antik Dünya’nın en büyük ve önemli kütüphanelerinden birine sahip olmakla beraber, bunlar Yunancaydı. Bu ise Mısırlıların ve Yahudilerin erişimini zorlaştırıyordu, bu bugünden bakınca önemli bir eksik gibi görülebilir ama O zamanki Yunancayı şimdinin Almanca ve İngilizcesine benzetebiliriz. Akdeniz Uygarlıkları için bir nevi ortak bir ağ oluşturuyordu.
5. Ordu
Ordu avam tabakasından toplanıyordu. Ordular İskender’in taktiklerine göre düzenlenmişti. Forma ve zırhları da önemli ölçüde benzerdi.

Hazırlayan :
Politik Değildir - Non Political

Hangi tarafın galip geleceğine dair olan fikrî kanaatimi söylemek istemem. Nazik ve mühim bir devre içinde bulunduğumuza şüphe yoktur. Almanlar büyük ve hayrete şayan bir saldırışla birçok Fransız kalelerini çiğneyerek sağ kanadı ile Paris'i geçip Fransız ordusunu, arkası Isviçre olmak üzere, sıkıştırdı. Bunun, Almanların biricik maksadı olduğunda ve ona da muvaffakiyet elverdiğine herkes aynı fikirde idi. Bütün kâinat ve herkes, artık son ve katî meydan muhaberesine ve onun neticesine intizar ediyordu. Halbuki bu neticeye karşılık Alman ordularının Fransız ordusu karşısında geri çekildiği görüldü.


Şarkta Ruslarla Almanlar arasında cereyan eden vakalarda Ruslar bozuldu. Fakat güneyde Rusların pek üstün kuvvetleri karşısında Avusturya ordusu çekiliyor. Batıda Fransız ordusu taarruza hazır. Binaenaleyh Alman ordusu serbest değil. Şarkta Rus ordusu üstün ve Avusturya Ordusu Çekilmeye mecbur.
Vaziyeti şöyle tefsir edebiliriz : Almanlar Fransız ordusunu katî meydan muhaberesiyle henüz mağlup edemeyeceklerini ve Avusturya ordusunun üstün Ruslar karşısında daha ziyade karşı duramayacağı görerek, garpta büyük ordu ile geri çekilerek nispeten doğuya yaklaşmak ve sonra Fransiz ordusu karşısında bir müdafaa ordusu terk ederek geri kalan ordularıyla doğuya dönüp, Avusturya ordusu ile birlikte Rus ordusunu vurmak istiyorlar.
Pek güzel ! Fakat bu defa Rus ordusu geriye, doğuya doğru çekilmeye başlarsa ve bu orduyu yakalayıp ezmek mümkün olmazsa ve diğer taraftan Fransız ordusu karşı koymak için (mukavemet) için yardım istemeye mecbur olursa, bu defa yine doğuda Ruslara karşı bir müdafaa kuvveti bırakıp batıya mi dönecek ? Ve böyle mekik gibi bir doğuya, bir batıya gide gele Alman ordusunun hali ne olur ?

Hazırlayan :
Politik Değildir - Non Political

Şili siyasi çekişmelerin özellikle 1960’lı yıllarda belki de en çok hissedildiği yerdi. Bu sırada ülkedeki sol partiler birleşerek Unidad Popular (Halk Birliği) adında bir seçim birliği oluşturdular. Bu Seçim birliğinin hedefi Şili’yi sosyalist bir çizgiye oturtmaktı, devletleştirme, toprak reformu gibi hedefleri vardı. Salvador Allende’yi lider olarak görüyorlardı. 1970 Şili seçimlerinde ise Unidad Popular %37 oy almıştı, Hristiyan Demokratların adayı olan Radomiro Tomic %28, Muhafazakar aday Jorge Alessandri ise %35 oy almıştı. Seçimde ABD’nin Hristiyan Demokratları desteklediği söylense de bu, tam olarak bilinememekte ve tartışılmaktadır. Allende İktidara geldikten hemen sonra Devletleştirmelere başlamıştır.


Seçimde etkisi olup olmadığı bilinemese de bu, Eisenhower’ın ‘Domino’ teorisini haklı çıkarak nitelikteydi, Amerika Kıtasında Küba’dan sonra Şili de sosyalist yönetime geçmişti. Devletleştirme politikasından sonra sanayilere ‘Aréa De Propiedad Social’ adı verilmişti. Bu dilimizde ‘Toplumsal Mülkiyet alanı’ anlamına gelmektedir. 15 yaşından küçük olanlara ve gebe olan kadınlara günlük yarım litre süt dağıtmak gibi sosyal politikalar uygulandı. Toprak dağıtımı da halk üzerinde etkili olmuştur, fakat bir süre sonra Dış baskılara artık dayanamayan Allende, 1972 yılında ‘Danışma Koşulu’ nu koymak zorunda kaldı ve artık Allende Yaptığı Devletleştirme politikası için Parlemento’dan izin almak zorundaydı. Parlemento’da ise Liberal ve Muhafazakarlar çoğunlukta olduğu için istediği politikaları uygulayamamıştır.

UP 1973 şeçimlerinden de zaferle çıksa da Rakipleri ‘Demokrat Koalisyon’ adı verilen bir birlik kurdu. Allende zaferle çıksa da %43 oy alabilmişti. Çoğunluk rakiplerinin koalisyonundaydı. Çoğunlukta oldukları için mecliste Hristiyan Demokratlar ve ‘Demokratik Koalisyon’ ‘Şili Demokrasi'sinin kırılmakta olduğunun bildirgesi’ adlı bir kararı çıkardılar. Allende’yi diktatörlük kurmak ile suçlasalar da Allende ise kararın iç karışıklık çıkarmak üzere alındığını söylemişti. 1973 Ağustos’unda Augusto Pinochet’i Allende Şili Silahlı Kuvvetleri
Başkomutanlğı’na getirdi.


Pinochet ise 11 Eylül 1973 günü Darbe girişiminde bulundu. İlk önce Şili Başkanlık Sarayı ‘La Moneda’ bombalandı. Daha sonra ise Kara kuvvetleri saldırıda bulundu. Muhafızlar ile çıkan çatışmadan sonra Allende İntihar etti. Kendini Devlet Başkanı olarak ilan eden Pinochet Şili’yi 1990 yılına kadar diktatörlükle yönetecekti. Bir sonraki gönderide Allende’nin biyografisini yazmaya çalışacağım, takipte kalın.
ABD Destek Vermiş miydi ?
Allende’nin Marksist olması sebebi ile 1970 seçimlerinin öncesinde de Amerika’nın rakiplerine yardım yaptığı söylenir. Fakat Şili Darbesinde Abd’nin etkisi olduğu belgeler ile doğrulanmıştır. Açılan Abd arşivlerinde Allende’nin başa geldiği 4 Eylül 1970 seçimlerinden 1 ay sonra 16 Ekim 1970 tarihindeki Cia raporunda Şili'de darbe yapılması için çalışmalara başlanması emrediliyordu. 9 Ekim 1973'te Nixon ile danışmanı Kissinger arasında telefon görüşmesinde Nixon, darbenin başarıya ulaşmış olmasındaki mutluluğu dile getiriyor ve "darbenin başarılı olması için gerekli koşulları yarattıklarını" söylüyordu.
Kissinger Şili Darbesi hakkında şunları söyledi:
‘Ülkesinin insanlarının sorumsuzluğu yüzünden bir ülkenin komünist olmasına seyirci kalamayız. Meseleler, Şilili seçmenlerin kararına bırakılamayacak kadar önemlidir.’
İlginç bir Bilgi: Bugün Allende’nin İstanbul’da, Özgürlük Parkı’nda Mustafa Kemal Atatürk heykelinin yanında bir heykeli bulunmaktadır.

Hazırlayan :
Politik Değildir - Non Political

Balkan Savaşları'nın bitiminde Osmanlı Devleti son olarak Sırbistan ile antlaşma yapmıştı. Görüşmede Kalan Türklerin sorunları konuşulmuştu, bu sorun daha birçok anlaşmazlığa sebep olacaktı. Bu sorundan dolayı Enver Paşa'nın emri ile, Teşkilat-ı Mahsusa Batı Trakya'nın Bulgarların eline geçmemesi için bu devleti kurmuştu. Devlet, 31 Ağustos 1914 tarihinde kurulmuştu.




Ikinci Balkan Savaşı Sırasında (Bu konuyu daha sonra geniş bir şekilde inceleyemeye çalışacağım) Osmanlı Ordusu, Önceki antlaşmalarda sınır hattı olarak belirtilen "Midye-Enez Hattı" 'nı aşarak Batı Trakya'yı kurtarmıştı. Fakat bir sorun vardı, Ingilizler ve Ruslar Türklerin daha fazla ilerlemesini istemiyor, Meriç Nehri geçilirse savaş çıkar deniliyordu. Daha önce de Edirne'nin asla Türk hakimiyetine girmeyeceği söylenmişti. Osmanlı Ordusu bu karardan sonra durmak zorunda kaldı. Edirne kurtarılsa da, Batı Trakya Bulgaristan sınırları içinde kalmıştı, fakat bu antlaşmayı Batı Trakya hükümeti tanımadığını ilan etmişti! Bulgaristan Saldırıya hazırlanıyordu. Nitekim Sait Halim Paşa iç çekişmelerden çekinerek devletin bir savaşa daha sürüklenmesini istemediği için bölgenin terkedilmesi adına Batı Trakya Hükümeti'ne baskı yapıyordu. 29 Ekim 1913'te yapılan Antlaşma'yı Batı Trakya Hükümeti tanımış ve böylece tarihe karışmıştır.

Devletin yönetim şekli Cumhuriyetti. Osmanlı yasa tüzükleri kabul edilmişti. Devletin 30.000 kişilik Ordusu olup bir de Emanuel Karasu tarafından Fransızca "Indépendant" adlı bir gazete çıkartılmaya başlanmıştı.

Hazırlayan :
Politik Değildir - Non Political

Öncesi ve 1912’de durum

Osmanlı 1912 yılında bir yandan İtalya’ya karşı savaşıyor, Ermeni meselesi ile uğraşıyor, Balkanlar Fıçı gibi kaynıyor, isyan üstüne isyan çıkıyordu işte tam bu sırada 4 Balkan ülkesi, Osmanlı’ya savaş ilan etmiş bir de üstelik savaştan önce 120 tabur asker terhis edilmişti. Balkan savaşında nasıl olmuştu da 4 ülke birleşmişti ? Bunun cevabını kilise yasasında aramak gerekir. 3 Temmuz 1910 tarihinde çıkan kilise yasası ile anlaşmazlıkları çözen Osmanlı, bu jest sonucunda Balkan ülkeleri ile ilişkilerinin iyileşmesini umuyordu, fakat tersi olmuştu. Tehlike görülememişti hatta Balkan Devletlerinin gizli antlaşmalarından 2 ay önce Sadrazam Sait Paşa Balkan Devletleri ile olan ilişkilerin en iyi şekilde devam ettiğini söyleyecekti. Hariciye Nazırı Asım Bey ise Rusların sözlerine güveniyor ve kendisini uyaranlara gülüyordu. Talat Paşa da böyleydi (Ek bölüme bakınız) Yeni Nazır Noradunkyan ise ‘Balkanlar’dan imanım kadar eminim!’ demişti.
Devletler ve Kuvvetleri

Bulgaristan

Bağımsızlığını kazanalı çok olmayan Bulgaristan, başarılı hamleler ile ve Rus yardımlarıyla Balkanlar’daki en güçlü bu ordulardan birini oluşturmayı başarmıştı. Yaklaşık 600.000 askeri vardı. Bulgaristan Trakya ve Makedonya’yı istiyordu. Ordularını 3’e ayırmıştı. 1.Bulgar Ordusu 79.000 askere sahipti. Bu ordu, Yanbolu’nun Güneyinde konuşlanarak Tunca Nehri’ni geçecekti. 2. Ordu 120.000 askere sahipti. Bu Ordu’nun Hedefi Edirne idi, 3.Ordu’ya ise belki de en çok iş düşüyordu. Bu ordu 94.000 askere sahipti. 1.Bulgar Ordusu’na gizlenip, süvarileri ile Istranca Dağlarını aşıp saldırıya geçecek ve Kırklareli mevzilerine saldırıp hızlı ve sürpriz bir saldırı düzenleyip Osmanlı Ordusu’nu şaşırtacaktı ki, böyle de oldu.

Osmanlı

Başlangıçta Osmanlı Ordusu’nda toplam:
12.000 subay, 324.000 Asker 47.960 savaş ve binek atı, 2.300 top, 388 makineli tüfek vardı.
Ordudaki siyasi çekişmeler sürüyordu. Halaskar Zabitan grubu ve İttihatçılar birbirlerinden o kadar çok uzaklaşmıştı ki, artık üniformalarını bile farklı şekillerde giyiniyorlardı. Halaskar grubu 16 Temmuz’da bir muhtıra ile İTC hükümetini düşürmüştü. 
Halaskar Zabitan grubu İttihatçı avına başlasa da hepsini tasfiye edememişlerdi. Ordudaki bölünme subayların kasıtlı olarak savaş sırasında birbirleri ile uyumlu olmamalarına sebep olmuştu. Alman modernizasyonu 1880’lerden beri devam etse de yetersizdi. Balkanlar’daki demiryolu çok zayıftı ve hızlı bir mobilizasyon için hiç yeterli değildi ve üstelik savaştan hemen önce 120 tabur da terhis edilmişti.
Doğu Ordusu olan Trakya Ordusu’nda 115.000 Asker vardı ve Bu ordu Bulgar ordusu karşısında savunma yapacaktı. Makedonya’da konuşlanan Batı Ordusu’nda 200.000 asker bulunuyordu, Bu ordu ise Sırplara ve Yunanistan’a karşı savaşacaktı. EK:
Mustafa Kemal’in bu yönüyle Balkan faciasına engel olacak çalışmasını da öğrenmiş bulunuyoruz. Mustafa Kemal, 13 Ocak 1910 tarihinde atandığı Redif İkinci Selanik Tümeni Kurmay Başkanı bulunduğu sırada savunma planları hazırlamıştır. Bu planlar, Balkanlılar aralarında birleşir de bir gün Osmanlıya saldıracak olurlarsa yurdun nasıl savunulacağını gösteriyordu. Mustafa Kemal, bu işi incelemek için tek başına bütün Rumeli’deki orduları dolaşmıştır. Dağların, derelerin, askeri bakımdan önemli olan yerlerin gereklerini düşünmüş; her şeyi inceden inceye hesaplayarak hazırlamıştı bu planları.
Asım Us’un anılarına göre, bir gece Atatürk’ün sofrasında Balkan bozgununu söz konusu olur. Sorarlar:
“Balkan bozgunu, önüne geçilemez bir felaket miydi? Bu mağlubiyetten kurtuluş çaresi yok muydu?” Atatürk cevap verir ve Asım Us kelime kelime not etmiştir:
“Balkan Savaşı başladığı zaman ben, Trablusgarp’te bulunuyordum. Eğer bu sırada ben orada bulunmayıp da Rumeli’nin herhangi bir noktasında bulunsaydım, o Balkan bozgunu olmazdı. Çünkü Selanik Kolordusunda bulunurken, Küçük Balkan devletlerinin birleşerek beraberce bir hücum yapmaları ihtimalini düşünüyorduk. Ben, böyle bir ihtimale karşı, takip ve tatbik edilecek savunma planları üzerinde çalışmıştım.
Bir gün bu savunma planlarına ait haritaları üzerinde çalışırken içeriye Talat Paşa ile o zaman İttihat ve Terakki Cemiyeti Genel Sekreteri olan Hacı Adil Bey girdi. Kolordu Kumandanını ziyarete gelmişler. Bu nedenle beni de hatırlamışlar. Selamlaşmalardan sonra, Talat Paşa bana laf olsun diye şunları sordu:
-‘Kemal Bey çok dalmışsın, ne ile meşgul oluyorsun?’ Önümdeki haritaları göstererek:
-‘Bunlar Rumeli Savunma planıdır. Bir gün Küçük Balkanlı Devletlerin birleşerek birlikte bir hücum yapmaları ihtimaline karşı askeri hazırlıklarımızdır’ dedim. Talat Bey:
-‘Ben asker değilim. Bu gibi askeri işlerden anlamam. Fakat bu gösterdiğin savunma planlarını kim uygulayacak?’ diye sordu. Ben elimle kendimi işaret ederek: -‘Ben yaparım’ dedim. Talat Bey, bu konu üzerinde daha fazla konuşmadı, sustu. Esasen sadece gönül ve hatır almak için benim yanıma uğramışlardı. Veda ederek ayrıldılar. ‘Gördün mü bizim deliyi?’ demiş.” benim Rumeli’yi savunma hakkındaki sözlerim Talat Bey’in pek garibine gitmiş. Odamdan çıktıktan sonra, giderlerken Hacı Adil Bey’e:
-‘Gördün mü bizim deliyi?’ demiş.”
Kaynak : Sadi Borak, Bilinmeyen Yönleriyle Atatürk, İstanbul 1966

Hazırlayan :
Politik Değildir - Non Political







Edebiyatımızda Ilk Batılı anlamda roman yazarıdır. 1866'da doğmuştur. Fatih Askeri Rüştiyesinden sonra ailesi ile göçtüğü Izmir'de Izmir Rüştiye'sinde öğrenim gördü. Daha sonra ise Italyanca ve Fransızcasını geliştireceği Mechitariste Okulu'na gitti. 1883 yılında mezun oldu, Ingilizce ve Almanca öğrendi. Müziğe başladı. Uşşakkizâde Mehmet Halit imzalı ilk yazısı ise Hazine-i Evrak dergisinde yayınlandı. Bıçakçızade Ismail Hakkı ve Izmir'deki ilk Türk avukat Tevfik Nezat ile ilk Türk Dergisi olan "Nevruz Dergisi" ni çıkarmaya başladı.


Bu dergide Alfred de Musset ve Victor Hugo gibi Fransız romantiklerinden çeviriler yaptı, bilim ile alakalı yazılar yazdı. Daha sonra ise Fransızca, Türkçe edebiyat öğretmeni olarak çalışacaktı. 1886'da ise hem Fen ve edebiyata dair makaleler yayımlayacak hem de Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin gibi devrin önemli isimleri ile beraber Servet-i Fünûn ve Mektep dergilerinde yazılar yazacaktı. Bu dergilerde bölüm bölüm yayımladığı Aşk-ı Memnu Mai ve Siyah romanları ile ünlendi.




1909-1912 yılları arasında "Ayan Meclisi" üyesi olarak görev yaptı. 1930'lara kadar fazla eser veremeyen Halit Ziya, 30'larda Cumhuriyet ve Son Posta gazetelerinde yazmaya yeniden başladı. Dil Devrimi ile alakalı yazıları 1.Türk Dil Kurultayı'nda sunuldu ve büyük ses getirdi. Eski eserlerini latin harfleri ile yeniden yayımladı.

Türk Edebiyatı'nda Feminizmi yansıtan ilk kişilerden biri de olan Halit Ziya Uşaklıgil, 1945 yılında Istanbul'da hayatını kaybetti.

Hazırlayan :
Politik Değildir - Non Political