Maraş Elbistan yöresini merkez alarak XIV. ve XV. yüzyıllarda egemenlik kurmuş bir Türkmen beyğidir.

Çeşitli tarihlerde değişik adlar ile anılmışlardır. Dulgadir, Tulkadir, Tulgadır, Zülkadir gibi.


Beyliğin kurulduğu dönemde Anadolu'da siyasi birlik olmaması, Binboğa Dağlan, Maraş,Antakya'da yaşayan ve kışlayan Bozok Türkmenleri'nin bağımsızlık ilan edip beylik haline
gelmelerini kolaylaştırmıştır.

Beş bin kadar at ile çevrelerinde var olan çeşitli beylikleri yenen ve topraklarını genişleten
Zeynettin Karaca Bey, ilk Dulkadir emin oldu. Çukurova'da Ermeni varlığını gerileten Karaca bey bir anlamda Misu'da güçlü bir devlet kurmuş olan Memlukların da himayesine girerek,kurduğu beyliği resmen tescil ettirdi. Böylece beylik ilk kuruluş döneminde aynı zamanda bir Memluk Valigi haline gelmiş oldu.

Anadolu içlerinin karışık ve güçsüz olması, Dulkadiroğullarının kuraya ve batwa  kunggulan Baytikten aleyhine topraklarını genişleten Dulkadiroğlu Karacabey, güçlendikten sonra Memluk Sultanı 'na da başkaldırdı
1341-1352 yılları arasında çeşitli Memluk ordularını ve Bizans ordularını yenerek gücünün zirvesine çıktı. Karacabey Melk Zohur" adıyla kendini hukurdar ilan etti. Bu oldu bittiyi kabul etmeyen Memluklar güçlu bir ordu göndererek Maras-Elbistan yöresini yakıp yıktılar .Karacabeyi de oldurchler Turkmen aşiretlerinin birbiri ile kavgalarından yararlanıp, Dulkadir Beyligi topraklarının bir bölümünde Ugok Türkmenlerinden Ramazanoğullarına verip beyliği bolduler (1353) 

Karacabey in oğlu Hall Bey de Memluklulara bağımlı olmak şartı ile Elbistan Valiliği'ne getirildi. Halil Bey Anadolu'daki guler dengesini gözleyerek, ilk fırsatta da genişleme politikasını surdurdu. önce Ertana Beyliğine saldırıp Yozgat-Kirşehir Malatya'ya kadar ilerledi. Ardından 1371 ve 1378'de Memluk ordularını yenerek Memluk himayesindeki topraklarda genişledi. Antakya, Harput. Amik ovalarını ele geçirdi. Halep'in kuzeyine kadar ulaştı. Güçlenme dönemi iç kanşıkhklarla yeniden bir düşüşü getirdi. Halil Beyle bozuşan kardeşleri Halil Bey'i öldürdüler (1386). Halil Bey'in yerine geçen Suli Bey, kızlarını Kadı Burhaneddin'e
ve Osmanlı hükümdan Çelebi Mehmed'e vererek batı ve kuzey sınırlarını Sonra Memluklularla çalışmaya fırsat kalmadan kardeşi tarafından öldürüldü. Bu durum Dulkadir Beyliği'nde yeni kanışıkhklann çıkmasına sebep oldu. Yıldırım Bayezid bu karışıklıktan yararlanıp Elbistan'ı ele geçirdi (1399) ve yönetimini Dulkadiroğlu Mehmed Bey'e verdi.


Mehmed Bey bir yanda Osmanlılarla bir yanda da Memluklularla hoş geçinmek istiyordu. Ancak hesapta olmayan Timur saldırısı ile (1402) beyliğinin düzeni bozuldu. Bu gerçek karsisinda Dulkadiroğlu Nasiruddin Mehmed Bey, Timur'a boyun eğmek durumunda kaldı. Timur güçlerinin çekilmesiyle Osmanlılarla dostluk ilişkisine giren Mehmed Bey Ramazanoğlu Beyliği ile Karamanoğlu Beyliği aleyhine genişleme politikası gütmeye başladı. Karamanoğlu Mehmed Bey'i esir etti. Beyliğin bundan sonraki tarihi Osmanlılarla Memluklular arasındaki denge politikası üzerine kuruldu. Bazen Osmanlılarla, bazen Memluklularla iyi geçinerek birbirlerine kız alıp vererek varlığını 1515'lere kadar getirdi. Bu arada Doğu Anadolu'da güçlenen Akkoyunlular da beyliğin içişlerinde önemli bir etki merkezi oluşturdu 1515'te Dulkadiroğlu Beyi Alauddevlenin Osmanlılarca Turadağ Savaşı'nda yenilmesinden sonra beylik bütünüyle Osmanlı güdümüne girdi. Osmanlılar adlarına hutbe okutmak ve para bastırmak şartıyla Ali Bey'i beyliğin başına getirdiler. Ali Bey tam bir Osmanlı yanlısı politika güderken, bundan hoşnut olmayan Ferhat
Paşa'nın oyunlan ile öldürüldü. Bu durumu kökten görmek isteyen Osmanlılar, Beyliği Malus Malatya, Antep, Zulkadiniye, Samsat sancaklarını kapsayan bir beylerbeylik haline getirdiler. Böylece 200 yıllık Dulkadiroğlu beyliği ortadan kalktı.
Hazırlayan:
Politik Değildir - Non Political

Savaş Başlıyor


İtalya’ya yaklaşmakta olan savaş halkı resmen bölmüştü. İtalyanların çoğu tarihsel olaylardan ötürü Avusturya-Macaristan İmp.den haz etmiyor, İtilaf devletlerine ise sempati duyuyorlardı. Halkın savaşa girmek isteyen kısmı kimin yanında savaşa gireceğini tartışadursun, Ulusalcılar ve Sosyalistler tarafsız kalınmasını istiyordu. Savaşa girmek isteyen gençlere ‘İnterventistalar’ adı verilmişti. Bu kişiler İtilaf devletlerinin tarafını tutup hükümete de ihtilal sloganları atmaktan geri durmuyorlardı. Çok fazla değillerdi ama fazlaca etkin bir konuma sahiptiler. Bu iki fikrin takipçileri azımsanacak sayıda da değildi. Mussolini Savaş istiyordu fakat bu fikri diğer sosyalistler ile çelişiyordu. Bu çekişmeler üzerine Avanti gazetesindeki editörlüğüne son verdi, sosyalist partiden ise atıldı. Bu olaylar üzerinden çok geçmeden ileride ünleneceği ‘Popolo d’İtalia’(Türkçe:İtalyan halkı) adında bir gazete çıkarmaya başladı. Bu gazete hakkında da hem sanayiciler hem de İtilaf devletleri tarafından finanse edildiği de ilerideki muhaliflerinin dilinden düşmeyecekti, belki de bunu düşünmelerinin sebebi Mussolini’nin şiddetli ve ağır yazılar ise ‘Savaş’ istemesiydi. Gazete İtalya’daki savaş isteyen ve ‘ilerici’ olan Futurist akım tarafından destekleniyordu bu insanların arasında birçok patron ve zengin vardı. Bu olaylardan sonra Mussolini daha lüks bir hayat yaşamaya başlamıştı




Mussolini Cephede


Mussolini savaş çıktiktan sonra insanları büyük toplumsal hareketler çıkarmak için cesaretlendiriyordu, çoğu kaynağa göre o dönemde bir sosyalist olduğunu iddia etse de, daha sonra bir ulusalcı olduğunu iddia edecekti.
Bütün bu savaş yanlısı sözlerine rağmen cepheye ancak 1916 yılında gitmiş olacaktı. Siperlerde 1 ay boyunca şiddetli çarpışmalar yaşadı ve yaralandı. Hastanede 7 ay kaldı. Savaş sırasında hayal kırıklığına uğramıştı hayal ettiği, büyük bir ülkü peşinde koşan kahramanları bu şiddetli savaşta bulamamıştı, kendisine göre bunun sebebi, yetenekten yoksun olan İtalyan hükümetiydi.



Cephede ise ne yaşadığı hakkında birçok farklı söylentiler vardı, Mussolini cesurca siperlerde dövüştüğünü söylerken düşmanları ise kayda değer hiçbir başarıda bulunmadığını iddia edecekti. Mussolini’nin ayrıca kendisine gelen bir el bombasından sonra yaralandığını ve yüzlerce kişi tarafından taşındığı ise daha sonra önemli bir propaganda malzemesi haline gelecekti.


‘Savaş ve savaş arasında ayrım yapmalıyız, suç işlemek ve işlemek, kan dökmekle kan dökmek arasında yaptığımız gibi. Bizler, bir daha yerinden kalkmayacak mumyalar değiliz. Bizler insanız, yaşamasını bilen insanlarız ve az da olsa tarihin yaratıcılığına katkıda bulunmak istiyoruz.’
-Benito Mussolini
(Bu sözleri hem Futurist akım ile örtüşüyor hem de savaşa bakış açısını özetliyordu.)
Hazırlayan :
Politik Değildir - Non Political

Mussolini’nin Çocukluğu ve Gençliği Benito Mussolini 1888 yılında Predappio’da dünyaya geldi. Babası bir demirci annesi ise ilkokul öğretmeniydi. Babası köyünün anarşisti olarak bilinen ateşli bir devrimciydi hatta o kadardı ki Babası Alessondro’nun çocuğuna koyduğu adın kaynağı oğlunun ileride yok etmek istediği, ezdiği Sosyalistlerin Meksika’daki önderi olan Benito Juarez’den geliyordu. Ailesinin kökeni hakkında bazı söylentiler bulunmaktadır. İktidara gelince kendisinin ailesinin aslında hep asil doğumlu oldukları ona yaranmak amacı ile anlatılmaya başlandı, o ise bu konu hakkında şunları diyecekti: "Eski kağıtları karıştırmayı sevenler benim atalarımın asil doğumlu olduklarını söyleyerek beni mutlu edeceklerini sanıyorlar.Bu yüzden onlardan bunu araştırmalarını bırakmalarını istedim.Bütün atalarım, daha öncekiler de dahil, toprağı sürdüler ve bu konudaki tüm kuşkuları dağıtmak için eski çiftliğimin duvarına bir levha astırdım onda da birçok Mussolini kuşağının kendi elleri ile toprak sürdüğü yazıyordu."


Babası ateşli bir sosyalist olduğu için din adamlarından nefret ederdi, fakat annesinin ısrarı üzerine din okullarına gitti. Daha sonra babası gibi şiddetli bir sosyalist oldu. Bir savaş karşıtıydı, askerliğini yapmamak için İsviçre’ye kaçtı. Polis ile başı sık sık derde girdiği için gençliğinin önemli bir bölümünü hapishanede geçirdi. Bir iddiaya göre bu onda küçük ve sıkışık alanlardan kaçma eğilimini yarattı, bu yüzden daha sonra çalışma odalarını hep geniş tercih edecekti.
Mussolini'nin Predappio'da doğduğu ev
Mussolini’nin gazeteceliğe adım atması : Lozan Üniversitesinde eğitim aldıktan sonra askerlik yapmamak için kaçtı. 1904’ten sonra İtalya’ya geri dönen Mussolini tam on sene boyunca savaş karşıtı bir ‘kızıl’ oldu. Fikirlerini yaymak amacıyla ‘La Lotti di Classi’ adında bir gazete kurdu. Daha Sonra ise Avanti gazetesinin editörü olacaktı. Savaş karşıtlığı sebebi ile Trablusgrap savaşına karşı çıktı çünkü ona göre ilk önce reformlar yapılmalıydı. Mussolini Avusturya’da geçirdiği yıllardan dolayı ulusalcılığa yakınlaştı. Kendisi 1914’te Romagna bölgesinde bir devrim hareketinin öncülüğünü yapacaktı.

Hazırlayan :
Politik Değildir - Non Political

Tipi: Barış antlaşması

İmza-Yer: 28 Mayıs 1812 Bükreş, Eflak

İmzacı Devletler: Rus İmparatorluğu, Osmanlı Devleti

İmzalayan: Mihail Kutuzov, II. Mahmut


1806-1812 Osmanlı-Rus Savaşı'nın sonunda, 28 Mayıs 1812'de imzalanan antlaşma. 16 maddelik anlaşmanın önemli hükümleri şöyledir:
Önemli bir Türk azınlığının yaşadığı Besarabya'nın tamamı Rusya'ya bırakılıyordu. Akkerman, Kili, İsmail gibi kaleler Ruslara geçiyor: Kalas, İbrail, İsakçı, Tulça, Türklerde kalıyordu. Ruslar işgal ettikleri Romanya'yı 
(Memleketeyn, yani Eflak ve Boğdan prenslikleri) ve Kafkas topraklarını Türkiye'ye geri veriyorlardı. Bu 
muahedenin en önemli maddesi, Belgrad ile güney arazisinden oluşan, küçük bir Sırbistan Prensliğinin
teşekkülüdür. İç işlerinde bağımsız olan bu devlette Türk askeri bulunacak ve Sırbistan Prensini Bab-ı Ali
tayin edecekti. Buna rağmen bağımsız bir Sırbistan'ın temelleri atılmış oluyordu. Bu prenslik 1878'e kadar
adım adım imparatorluktan ayrıldı ve bu tarihte Sırbistan adı altında tamamen bağımsız oldu.

Hazırlayan:
- Politik Değildir - Non Political

Karadeniz’in kuzeyindeki Kuman-Kıpçakların çoğu çevredeki şehirlere yerleşerek ticarete başladı. Doğudakiler ise Kıpçak, Yimek, Uran v.b. adlar altına yaşarken Harezmşahlar devleti ile temas kurdular. Daha sonra münasebetlerini geliştirerek Harezmşah ordusunda vazife aldılar.

 

Moğol istilası zamanında Harezmşah ordusunun tamamını teşkil eden Kuman-Kıpçakların kendi ülkeleri, yani Deşt-i Kıpçak’ta Moğol istilasından kurtulamadı. bu Moğol istilasından sonra Kırım’daki ekonomik olarak çok mühim olan Suğdak limanını Anadolu Selçukluları ele geçirdi. Bu nedenle Kuman-Kıpçaklar büyük iktisadi sıkıntıya düştüler. Yine aynı sırada doğudan Moğol felaketi geliyordu. Cebe ile Subatai komutasındaki Moğol ordusuna Ruslarla birleştikleri halde yenildiler. Arkasından Cengiz’in torunu Batu, İtil Bulgar’ı üzerine yürüdükten sonra Deşt-i Kıpçak içlerine kadar ilerledi. Daha sonra Don-Donetz nehirleri arasında yapılan savaşta Kuman-Kıpçak Başbuğu Körten’i yendi. Bu yenilgiden sonra Başbuğ Körten Macaristan’a iltica ederken ahalinin bir kısmı İtil Bulgarlar’ının yanına göç etti. Bundan sonra Bulgar ülkesinde Kıpçak Türkçesi Bulgar lehçesinin yerini aldı. bölgede Altınorda devleti kurulunca da Deşt-i Kıpçak tabiri uzun bir müddet kullanıldı.


Kuman-Kıpçaklar 13 yy.dan itibaren, gittikçe daralan maddi imkanları ve dağınık olmaları hasebiyle iyice kuvvetten düştüler. Arkasından kıtlıklar ve hayvan hastalıklarının üstüste gelmesi Kuman-Kıpçaklar’ın gürbüz çocuklarını para karşılığında daha zengin ülkelere göndermelerine yol açtı. Kuman-Kıpçaklar’ın çocuklarını gönderdiği ülkelerden birisi de Mısır’daki Eyyübi devleti idi. Birçok Kıpçak delikanlısı Mısır’a giderek Eyyubi devletinin hizmetine girdi. İzzeddin Ay-Beg’in Mısır’da Sultan ilan edilmesiyle devlet yönetimi Kuman-Kıpçaklar’ın eline geçti. Bundan sonra Sultan Kotuz, daha sonra Beybars başa geçti.Sultan Beybars kudretli bir asker olmakla birlikte, aynı zamanda iyi bir devlet adamı idi.Moğollar’ı Suriye’den uzaklaştırmak gibi önemli işler yaptı.

Hazırlayan :
- Politik Değildir - Non Political

Kaynak: Asım Korkmaz, Ahmet Taşağıl

 H!tler'in Savaşta Verdiği Kararların İncelenmesiyle Ne Kadar Mantıklı Kararlar Verip Ütopik Olmadığı Üzerine Yazılmıştır (1.Bölüm)


Öncelikle Adolf H!tler'i stratejik anlamda çok öven na*i fanatiklerine ve çok yerip meseleyi hiç detaylıca analiz etmeyen anti-na*i fanatiklerle karşılaşırsınız. Ben burda olabildigince tarafsız olup başarılarından ve başarısızlıklarından bahsedeceğim.

Polonya'ya yapılan harekattan başlarsak H!tler orduda zırhlı birliklerin sayısındaki artısa destek vermiste bunda 1.Dünya Savaşında tanklardan etkilenmesi etkili oldu. Savaşta H!tler'in de panzer birliklerinden beklentileri vardı ama bu denli büyük bir başarı da beklemiyordu. General Heinz Guderian, Bir Askerin Anıları kitapında bu konuyla ilgili şunu söylemiş "H!tler panzer birliklerimizin düşmana yaptığı bir tahribatı gördü ve bana bunu pike bombardıman uçaklarının mı yaptığını sordu, ben de gerçeği söyleyince hayrete düştü." Yani burdan esas çıkarımımız şu H!tler savaşın başında Alman Ordusunun gücünün aşırı üstünde şeyler beklemiyordu burda panzer birlikleriyle alakalı bir stratejik öngörüsüzlük var diyebilirsininz ama o dönemde bu denli beklentilere sahip generaller genellikle yapılan anketlerde savaştaki en iyi 10 general olarak sıralanır bu anketlerin nesnelitesi tartışılır lakin özellikle bu generallerin bu tarz listelere girişi tartışılmayacak bir gerçektir.

Bu paragrafta esas söylemek istediğim şey H!tler savaşın başında aşırı uçuk beklentilere sahip değildi ordunun gücünün farkındaydı.

Fransa'ya karşı icra edilen harekattan devam edersek baştaki plan siper savaşlarından kaçıp olabildiğince hızlı bir şekilde ilerlemekti lakin planın bulunduğu bir uçağın Belçika üzerinde düşmesiyle iptal edildi. (O uçağın düşüşüyle ilgili pilotun hatası olarak bahsedilir lakin bilinçli yapılmış bir yanıltma hamlesi olduguna dair iddalar da mevcuttur biz ilk olasılık daha baskın oldugu için onun üzerinden gidelim.) Planın kaybedilmesi zırhlı birlikleri ön plana çıkaran diğer planın uygulanmasını mecbur kıldı bunu planlayan General von Mainstein'di. General Guderian da kendisinin en büyük destekçilerinden biriydi ve planı savundu. Devamı 2. bölümde olacak.
Hazırlayan :
-Politik Değildir - Non Political



Faşizm her sağlam politika anlayışı gibi bir aksiyon ve fikir topluluğudur. Öyle bir aksiyon ki, tarihi güçlerin sisteminden ortaya çıkan belli bir doktrini içermektedir. Bundan dolayı yer ve zaman imkanlarının karşılıklı ilişkilerine dayanan bir biçimi bulunmaktadır. Aynı zamanda da düşünce tarihinde "gerçek" formülüne ulaşan yüksek bir ülküyü içinde saklamaktadır. Dünya üzerinde, kendi varlığı ve hayatı ile ilgili sürekli bir realitenin anlayışı olmaksızın, insan iradesi bir harekette bulunamaz.


Insanları tanıyabilmek için, insanı tanımak gerekmektedir. Insanı tanımak için de realiteyi ve onun yasalarını bilmek gerekir. Esas olarak hayatın anlayışına, ters bir devlet anlayışı olamaz. Bu felsefe; mantık çerçevesinde gelişen yahut bir görünüş, ya da inançta toplanan ve sürekli olarak dünyanın organik bir açıklaması olan düşünce sistemidir. Bu bakımdan Faşizm, genel hayat hayat görüşlerine bakılmaksızın bir siyasi parti hareketi ve eğitim sistemi olarak kavranamaz. Çünkü Dünya, Faşizm için şu gözle görünen madde dünyasından ibaret değildir. Insan; madde dünyası içinde, kendini yalnız kendi için yasamaya geçici bir zevk hayati sürmeye zorlayan tabiat yasasının yönetimindedir.

Faşist insan, millet ve vatanının bir parçasıdır. Bu öyle bir moral yasasıdır ki, tüm geçici zevklerden ibaret olan hayat görüşünü yok etmiş, fertleri, hatta nesilleri kutsal bir hayat görevi çerçevesinde toplayan bir geleneğe ve misyona inandırmıştır. Bu hayatta fert, kendi çıkarlarını feda etmekle, hatta ölümü hiçe saymakla, o manevi varlığı bir düzen altına alır. Onun insan olarak değeri bu manevi varlıkta bulunmaktadır."

(Amacımız yalnızca Mussolini'nin Faşizm hakkındaki görüşlerini, ve faşizmin ne olduğunu onun kurucusunun gözünden vermektir. Herhangi bir ideolojik, politik bir amacımız yoktur.)
Daha sonra Italya'nın 1922-1945 arasındaki yükselişi ve düşüşü hakkinda gönderiler gelecek, takipte kalın.

Hazırlayan :
-Politik Değildir -Non Political


 Başarısız bir girişim olmasının nedenleri :


Çoğumuzun bildiği gibi bu cihat girişimi oldukça başarısız olmuş ve hem Osmanlı'yı hem Almanya'yı şaşırtmıştı. Peki neden ? şunları cevap olarak verebiliriz :

1.Osmanlı'nın içindeki Araplardan yobaz kısım ve özellikle Vehhabiler Osmanlı'nın reformlarına tepkiliydi 19.yy'den beri köleliğin kaldırılmasını bile bir ‘Islama ihanet ’ olarak gören Arapların çoğunluğu için bu isyan reformlardan sonra neredeyse kaçınılmazdı. Özellikle içinde Avrupai kanunlar içeren Mecelle'nin kabulünden sonra onlar için Osmanlı artık kâfirdi. Cihat'ı ise bu yüzden ciddiye almadılar, hatta İngilizleri desteklediler.

2. Cihad yapılması istenen sömürgelerdeki müslümanlar zaten bağımsızlığını koruyamamış zayıf halklardı, ayrıca Araplar dışında Timur soyundan gelenler kendilerini yine halife ilan ederken Fas kralları da kendilerine böyle demeye başlamıştı. Peki sizce bu durumdakiler Osmanlı için silaha sarılabilir mi ? hayır, onlar artık bize destek olmuyor hatta Ingilizleri destekliyordu.



3.İngiltere ve Fransa bu girişimi önlemek ve etkisizleştirmek için iyi hazırlanmıştı. Doğuya gidildikçe Müslümanların Tanrı ıle bağlantısı azalır ve araya şeyhler ve pirler girer, hatta bazen öyle olur ki şeyh nerede ise Tanrı yapılır, inandıkları din ile çelisse bile dedikleri doğru kabul edilir. Bu ne yazık kı ülkemizde de görülmektedir. İngiltere işte bu şeyhlere para vererek işbirliği yaptı ve şeyhler ayetlerı bükmeye, farklı yorumlamaya başladı. Hatta bazen kabul etseler bile başka bir ayet koyup: "Devlete karşı çıkmak haramdır o yüzden ayaklanmayın!" denmişti Yusuf Hikmet Bayur bunun hakkında cok güzel bır örnek verir :
‘Böylelikle yerli müslüman hükümdarları, şeyhleri pirleri ve tabiatiyle aylıklı ulemayı elinde tutan sömürgeci devletler, bunlar vasıtası ile Peygamberimizin Medine’de yeni kurmuş olduğu ilk müslüman devletini kuvvetlendirmek için nazil olmuş olan Kur'an'daki bazı ayetleri kendı egemenliği lehinde kullanmakta ve yorumlatmakta idi.
Fetvalar bakara suresinin 2. Ve 191. Ayetleri vasıtası ile geçersiz kılınmaya çalışıldı çoğunlukla bunlar şöyle idi.
‘Yer yüzünde fesat çıkarmayın.’ (bakara suresı 2.ayet)
‘Fitne çıkarmak, adam öldürmekten daha kötüdür ‘ (bakara 191)
Bu "aylıklı yorumculuk" daha önce de İslam dünyasında var idi, hatta Fransızlar Cezayir üzerinde hakimiyet kurmak isterken Maresal Bugeaud’ın isteği ile Mekke uleması tarafından çıkarılan fetvalar Fransızların işini kolaylaştırmıştı.
Bu nedenler sayesinde Cihat ilânı başarısız bir girişim olarak tarihte yerini almıştır.

Hazırlayan :
Politik Değildir - Non Political

Almanlar ve Cihat


Kayzer II. Wilhelm 2.Abdülhamid döneminde yaptığı Osmanlı ziyaretinde kendini 300 Milyon müslümanın koruyucusu ilan etmişti, ayrıca Kabe ziyareti hakkındaki rivayetler yüzünden halk arasında ‘Hacı Wilhelm’ diye anılırdı. Bu sayede kendisi Musluman halkın gözünde önemli bır nüfuza sahipti, en azından Almanlar böyle düşünmüştü.
1.Dünya Savaşı'nda ise Almanların Osmanlı'dan belki de en çok umut ettiği şey ‘Cihat’ idi böylelikle İngiliz sömürgelerindeki müslümanlar ayaklanacak ve ‘Ahtapot'un’ kolları kesilmiş olacaktı.
Savaşın başında Kayzer Wilhelm şunları yazmıştı (bu yazılar aslında Almanların cihat ilanından beklentisinin ne kadar büyük olduğunu gösterir niteliktedir) :

‘… ve bizim Türkiye ve Hindistan'dakı konsolosluklarımız, adamlarımız ve saire bütün İslam alemini bu dükkancı, menfur, yalancı, vicdansız ulusa (İngilizler kastedilmektedir) karşı vahşi bir ayaklanmaya kışkırtmalı.’

Alman orduları başkumandanı Moltke ise 5 Ağustos 1914 tarihindeki raporunda şöyle yazmıştır :

‘bu ayın ikisinde gönderdiğim mektupta işaret etmiş olduğum gıbı Hindistan, Mısır ve Kafkasya'da ihtilali kışkırtmak çokönemlidir. Türkiye ile yapılan bu antlaşma dışişleri bakanlığına bu düşünceyi gerçekleştirmek ve Islam aleminin taassubunu son raddeye kadar tahrik etmek imkanını verecektir.’



Cihadın ilânı

Osmanlı devleti de savaşa girdikten sonra iki tarafın anlaşması üzerine fetvalar yayınlamaya başlamıştır bu fetvalar ise dayanak olarak Tevbe suresinin 41.ayetini alır. Beş fetva yayınlanmıştır. buna ek olarak ta sadece Osmanlı'daki müslümanların değil diğer ülkedekilerin de katılması için‘Bütün müslümanlara farz olan cihadın sadece hristiyan devletlerine karşı değil, savaşa katılmamış olan ülkelerin sömürgelerinde yaşayan müslümanlar için de geçerlidir ’ denilmişti. Bu fetvalar ne yazık ki etkili olmaktan uzaktı, ayrıca bu fetvalar tüm müslüman ülkelerde yayınlanamadı. Halife'yi tanımayan Şii İran yayınlanmasını yasakladı.

Hazırlayan :
Politik Değildir - Non Political

1110’lu yıllarda kabiliyetli başbuğlarını14 birer birer kaybeden Kumanlar, artık zayıflamaya başlamıştı. Şaru Han’ın yerine geçen oğlu Otrok (=Atrak) kızını Gürcü Kralı II.David’e verdi. Bu sırada Rus knezi Vladimir Monomach, Kuman-Kıpçak topraklarına taarruza başlamıştı. Başbuğ Otrok, bu baskıya dayanamayarak 1118 yılında damadı II.David’in yanına gitti. Bu sırada Kafkaslarda birleşen Kuman-Kıpçak orduları, Anadolu Selçuklularını Kafkaslara doğru ilerlemesini durdurdu. Daha sonra bu ordular Şirvan, İran,Ermenistan’a başarılı seferler düzenlediler.


1150’yi takip eden yıllarda Dnyeper bölgesindeki Kumanlar tekrar kuvvetlendi ve Rus arazisini akınlara başladı. Hatta 1154’deki akında Çernigov knezini esir aldılar ve büyük hediyeler, fidye karşılığında tekrar serbest bıraktılar. Bu akınlarda Peryeslav Çernigov ve Novgorod-seversk knezlikleri büyük zarar gördüğü için ahalisi kuzeye Suzdal bölgesine göçetti.

1170 yılında Kumanların başında Konçak ve Kobyak (Köpek-Kebek) adlı başbuğları vardı. Bu başbuğların idaresinde Kuman-Kıpçaklar, Peresyeslav knezliğine akınlar yaptılar(1177-1179). Fakat 1184’de Knez Svyatoslav idaresindeki Rus ordularına mağlup olup 7.000esir verdiler. Kuman-Kıpçaklar, bu mağlubiyete de karşılık vermekte gecikmediler. 1185 baharında Novgorod-Seversk knezi İgor kumandasındaki birleşik Rus ordusunu aşağı Donnehrine bağlı Kayalı ırmağı kıyısında kuşatarak imha ettiler. Başbuğ Konçek (Konçak)’inidare ettiği bu savaşta prens İgor dahil Rus ordusundaki knezleri hepsi yakalandı. Fakat Prensİgor, sonradan kaçmayı başardı. Rus milli destanı olup “Slovo o polku İgoreve”nin konusu bu 1185 muharebesidir. Bu İgor destanında seferin ayrıntıları, kahramanlık, üzüntü ve İgor’un karısının feryatları kısaca anlatılmıştır. Bu destanda bizim için önemli olan taraf, din,madencilik, savaş tekniği, donatım ve benzeri yönlerden Ruslar üzerindeki Türk tesirini göstermesidir.

13. yy.dan itibaren Doğu Avrupa’da artık siyasi Kuman-Kıpçak üstünlüğü söz konusu değildi.

Hazırlayan :
Politik Değildir - Non Political
KAYNAK:

Savaşın ne denli büyük olduğunu ve bilançosunun boyutunu biliyoruz. Öncelikle asker kayıplarını kıyasladığımızda SSCB 20 milyondan fazla kayıp verirken ABD de bu sayı 1 milyonun altında. Buna baktığımızda Rusların yaşadığı zararın çok daha ağır olduğunu söyleyebiliriz burdaki en büyük etkense ABD ile Almanya'nın bir kara sınırı olmaması. Öncelikle ABD nin Avrupa daki savaşa yaptığı en büyük müdahele olan Normandiya çıkarmasına bakalım. 1944 yılında yapıldı ve Almanya zaten SSCB tarafından kendi topraklarına püskürtülüyordu. Yani zaten güçten düşmüş bir düşmana ABD de doğrudan saldırdı. Meseleye böyle baktığımızda ABD bu harekatı yapmasa SSCB'nin yine bu savaşı zaferle bitirme olasılığı oldukça yüksek lakin ABD nin yaptığı silah ve kaynak yardımları göz ardı edilemeyecek boyutlarda. Savaşta ABD cephane üretiminin yarıya yakınını SSCB ye verdi bu bir örnek çok daha fazlası var. 



Rus askerlerinin ciddi bir bölümü Amerikan yemekleriyle besleniyordu çünkü onlarda ABD'nin yardımının bir parçasıydı. 100 binlerle ifade edilecek sayıda motorlu araç sayısız tank toplam milyonlarca tonluk yardım hepsi yardımın bir parçası. Bu yardımların olmadığını düşündüğümüz senaryodaysa Ruslar çok saha berbat durumda Almanlar zafere daha yakın ama hala bir Rus zaferi olasılığı var. Gecmişte adminlerle yapılan tartışmalarda bu senaryoları aramızda analiz ettik ve vardığımız sonuç ABD olmadan SSCB'nin kazanma ihtimali var ama SSCB olmadan ABD'nin şansı yok. Atom bombasını öne sürenler olacaktır bir tane de Almanya'ya atılırdı diye lakin Almanya'nın da o konuyla ilgili çalışmaları var ve SSCB'nin kaybettiğini öne sürdüğümüz senaryoda ABD'den çok daha önce davranabilir ayrıyeten Luftwaffe'nin de kısa sürede batıda üstünlük kurma ihtimali çok yüksek. Olası tarih senaryolarıyla ilgili meseleler oldukça karmaşıktır her olay sayısız sonuç doğrur lakin bizim vardığımız sonuç zaferde SSCB'nin kilit etken olduğu yönünde.



Eğer meseleyi daha kapsamlı analiz etmek isterseniz yorumlarda sorabilirsiniz dediğimiz gibi çok fazla olasılık olduğu için her kafa karıştırıcı soruyu özel olarak analiz etmek gerekli.

Hazırlayan :

@b.buldu_

Politik Değildir - Non Political